Türkiye’nin yükseköğretim sistemi derin bir verimlilik krizine sürüklenirken, 18–24 yaş grubunun üçte biri ne eğitimde ne istihdamda.
Kadınlar arasında tablo daha vahim: Her iki genç kadından biri hiçbir üretim veya öğrenim alanında yer almıyor.
Uzmanlara göre Türkiye, eğitimle ekonomi arasındaki kopukluk nedeniyle “kayıp genç nesil” riskine doğru ilerliyor.
Kayıp Nesil Eşiği: Eğitimden Kopan Bir Ülke
Fransız Le Monde gazetesine göre Türkiye, kendi gençliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya. Gazetenin İstanbul muhabiri Nicolas Bourcier’nin analizine göre, ülkenin yükseköğretim sisteminde yaşanan yapısal kriz, yalnızca üniversitelerin niteliğini değil, bir bütün olarak genç nüfusun geleceğini tehdit ediyor.
Eurostat ve OECD verilerine göre, 18–24 yaş arası gençlerin üçte biri ne bir okulda ne bir işte ne de mesleki eğitim programında yer alıyor. Bu oran, Türkiye’yi Avrupa’nın en alt sırasına yerleştiriyor. Eğitimden kopan bu büyük kesim, üretim ve istihdam zincirinden dışlanmış durumda.
Kadınlar açısından tablo daha da ağır. Aynı yaş aralığındaki genç kadınların yüzde 42’si hiçbir eğitim veya iş alanında bulunmuyor. Bu oran, Avrupa ortalamasının yaklaşık dört katı. Uzmanlara göre Türkiye, “genç kadınların potansiyelini ekonomik sisteme dahil edememesi” bakımından bölgesel bir istisna haline geldi.
Üniversite Patlaması, Nitelik Erozyonu
2000’li yıllarda hızla genişleyen üniversite sistemi, eğitimde niceliksel bir büyüme yaratırken, kalite açısından ciddi bir aşınma doğurdu. Her ile bir üniversite anlayışıyla açılan yeni kampüsler, yeterli akademik kadro ve bütçe desteği olmadan faaliyete geçti.
OECD’nin son “Education at a Glance” raporuna göre, Türkiye’de öğretmen maaşları hâlâ OECD ortalamasının oldukça altında. Deneyimli akademisyenler, yeni başlayanlara göre yalnızca yüzde 29 daha fazla kazanıyor. Bu fark, Almanya veya Fransa gibi ülkelerde yüzde 60’lara ulaşıyor.
STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarındaki mezun sayısının düşük kalması, işgücü arzının piyasa talepleriyle uyuşmamasına yol açıyor. Türkiye’de mühendislik veya bilişim mezunu oranı, OECD ortalamasının üçte ikisi düzeyinde.
Eğitim harcamaları da düşüşte. 2018 sonrası bütçeden eğitime ayrılan pay yüzde 12,9’dan yüzde 10’un biraz üzerine geriledi. Bu azalma, kişi başına eğitim yatırımlarında ciddi bir erimeye yol açtı.
Mezun Var, İş Yok
Le Monde’un analizine göre Türkiye, yeni mezun istihdamında 33 Avrupa ülkesi arasında son sırada yer alıyor. Üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı, ülkenin genel işsizlik oranının da üzerinde. Gençlerin büyük bir bölümü düşük ücretli, geçici veya kayıt dışı işlerde istihdam ediliyor.
Bu tablo, eğitim sisteminin ekonomik yapıdan kopukluğunu gözler önüne seriyor. Uzmanlar, “istatistiksel anormallik” olarak tanımladıkları bu durumu, yanlış yönlendirilmiş politikalar ve işgücü planlamasındaki eksikliklerle açıklıyor.
Türkiye’de her yıl 900 bine yakın yeni mezun iş gücü piyasasına giriyor, ancak sanayi, teknoloji ve hizmet sektörleri bu talebi karşılayacak istihdam alanı yaratamıyor. Böylece “üniversite diploması” artık istihdam güvencesi olmaktan çıkıyor.
Genç Kadınlar ve Çocuk İşçiliği
Kadın istihdamındaki düşük oranlara ek olarak, çocuk işçiliği de artışta. 2025 yılı verilerine göre 15–17 yaş aralığında çalışan gençlerin oranı yüzde 24,9’a çıktı; bu oran dört yıl önce yüzde 16,2’ydi. Aynı yıl içinde 68 çocuk işçi hayatını kaybetti. Bu tablo, eğitimden kopuşun sadece ekonomik değil, toplumsal ve insani bir kriz boyutu kazandığını gösteriyor.
Reformlar ve Tepkiler
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz aylarda duyurduğu “üniversite eğitim süresini 4 yıldan 3 yıla indiren reform” tartışmaları daha da alevlendirdi. Hükümet, reformu “basitleştirme” olarak tanıtırken, akademisyenler ve eğitim sendikaları bu adımı “yönsüz ve yüzeysel” bir girişim olarak değerlendiriyor.
Eğitimciler, reformların içerikten çok biçime odaklandığını, müfredatın hâlâ 1990’ların kalıplarını yansıttığını belirtiyor. Öte yandan özel üniversitelerde hızla yükselen öğrenim ücretleri, sosyal eşitsizliği derinleştiriyor.
Ekonomik ve Sosyal Etkiler
Bu tablo, Türkiye’nin orta vadeli büyüme potansiyelini doğrudan etkiliyor. Üretken işgücünün daralması, yenilik kapasitesinin düşmesi ve genç nüfusun verimlilikten kopması, hem kamu maliyesi hem de sosyal sigorta sistemleri üzerinde baskı oluşturuyor.
Uluslararası yatırımcılar açısından bu eğilim, “demografik avantajın erimesi” olarak okunuyor. Genç nüfus, Türkiye ekonomisinin uzun yıllar en büyük potansiyeliydi. Ancak yüksek genç işsizliği, beyin göçü ve eğitime erişim sorunları, bu potansiyeli avantaja değil, giderek büyüyen bir sosyal riske dönüştürüyor.
Sonuç: Gelecek Penceresi Daralıyor
Le Monde’un tespiti açık: Türkiye’nin eğitim-ekonomi dengesi bozulmuş durumda. Üniversite sayısındaki artış, kalite ve istihdam yaratma gücüyle desteklenmedikçe, genç nüfusun üretkenliği azalacak.
Eğer mevcut yönelim değişmezse, Türkiye hem eğitim kalitesinde hem de genç nüfusun geleceğinde geri dönüşü zor bir kayıp yaşayabilir.
Kısacası mesele artık sadece bir “eğitim sorunu” değil — Türkiye’nin sosyo-ekonomik geleceğini belirleyecek bir varlık-yokluk eşiği.

