Türkiye’de enflasyon düşüyor ama yavaş: fiyat ivmesinin dirençli kalmasında çıktı açığı, mali duruş ve gelir politikaları belirleyici.
Geçmiş 25 yılda görülen tüm dezenflasyon dönemlerinde, reel değerlenme (TL’nin güçlenmesi) ve sıkı maliye ortak payda.
“Büyüme yönlü politika” sürdükçe düşüş hızı sınırlı kalacak; kalıcı başarı için hedefli mali sıkılaşma ve gelir politikası gerekiyor.
Enflasyonun Anatomisi: 25 Yıllık Dezenflasyon Hikayesi
Yılın son Enflasyon Raporu öncesi tartışma yeniden alevlendi:
Enflasyon neden arzulandığı kadar hızlı düşmüyor ve bu düşüşü kalıcı hale getirmek için ne gerekiyor?
Veriler, geçmiş 25 yılın “stylized facts” denilen yapısal desenleriyle birlikte değerlendirildiğinde tablo netleşiyor:
Türkiye’de enflasyon düşüşü, neredeyse her dönemde TL’nin reel olarak güçlendiği, mali politikanın sıkılaştığı ve çıktı açığının negatifte kaldığı dönemlerle örtüşüyor.
Ancak bugün tablo farklı. Büyüme hedefi hâlâ öncelikli, kamu harcamaları genişleyici, çıktı açığı ise kapalıya yakın. Bu da enflasyondaki gevşemenin neden yavaş ilerlediğini açıklıyor.
(1) & (7): “Sürünen Kur” Deneyimi
2000’lerin başındaki crawling peg (sürünen kur) dönemi, %70’lerden %30’lara hızlı düşüşün büyümeyi çökertmeden yapılabileceğini gösterdi.
Yani “enflasyonla büyüme arasında sert bir ödünleşim” olmak zorunda değil.
Ancak bu modelin başarısında kur istikrarı ve dış finansal koşulların elverişliliği önemliydi — bugünün kırılgan ortamında bu kaldıraç daha zayıf.
(2) & (3): 2001 Sonrası Hızlı Düşüşün Şifreleri
2001 krizinin ardından uygulanan tam teşekküllü istikrar programı, Türkiye tarihinin en keskin dezenflasyon dönemlerinden birini yarattı.
Bu dönemde ekonomi sert daraldı, ancak çıktı açığı uzun süre negatifte kaldı.
Yani “enflasyonun düşmesi” bir yan etki değil, programın ana hedefiydi.
Üstelik bu süreç gelirler politikası ile desteklendi: ücret artışları, hedeflenen enflasyonla uyumlu belirlendi; kamu fiyatları kontrollü ilerledi.
Sonuç: Enflasyon birkaç yılda %70’lerden tek haneye indi — ama bunun bedeli kısa vadede büyümeden feragatti.
(1) Değerlenme Aynı, Sonuç Farklı
2002–2003 döneminde TL’de benzer bir reel değerlenme yaşandı.
Ancak bu defa kur çıpası yoktu; para politikası daha esnekti, buna rağmen dezenflasyon daha hızlı gerçekleşti.
Bu da gösteriyor ki “büyüme ile fiyat istikrarı arasında ödünleşme yok” tezi, her zaman doğru değil.
Çünkü mali disiplin ve gelir politikası tutarlılığı varsa, kur baskısı artsa da fiyat beklentileri kırılabiliyor.
(2) 2018–2019 Dönemi – Destek Vardı, Sonuç Gelmedi
2018–2019’da da ithalat fiyatları düşüktü, TL reel olarak değerleniyordu.
Yine de enflasyonda kalıcı bir düşüş sağlanamadı.
Neden? Çünkü mali duruş gevşekti ve çıktı açığı fazla negatife gitmemişti.
Bu tablo, “reel değerlenme tek başına yetmez” gerçeğini bir kez daha gösterdi.
Dezenflasyonun kalıcı olması için talep yönlü soğuma ve fiyat davranışlarını çıpalayan maliye politikası şart.
(3) Reel Değerlenme Olmadan Kalıcı Düşüş Yok
Küresel finans krizindeki istisna dışında, tüm dezenflasyon dönemlerinde güçlü bir reel değerlenme yaşandı.
2008–2009’daki küresel kriz hariç tutulursa, TL’nin reel olarak %10’un üzerinde değerlendiği her dönemde fiyat artış hızı ciddi oranda geriledi.
Krizin kendisinde ise ithalat fiyatlarındaki keskin düşüş, kur baskılarını fazlasıyla telafi etti.
Dolayısıyla kur istikrarı —ya da TL’nin “kontrollü biçimde güçlenmesi”— dezenflasyonun temel bileşeni. Ancak tek başına yeterli değil.
(4) ve Sonrası: Bugünle Dünün Farkı
2024–2025 döneminde, petrol fiyatları ve ithal maliyetler destekleyici seyrediyor.
TL reel olarak değer kazanıyor, ithalat fiyatları enflasyonist değil.
Ama düşüş hızı hâlâ sınırlı.
2002–2003 dönemine kıyasla bugün mali duruş genişletici; kamu harcamaları yüksek, vergi artışları hedefli ama seçici.
Bu fark, enflasyonun yönü doğru olsa da hızının neden düşük kaldığını açıklıyor.
Hız Değil Yön Önemli: Ancak Yönü Sürdürmek Maliyetli Olacak
“Enflasyon düşüyor” cümlesi artık doğru ama “istenen hızda” değil.
Büyüme önceliği sürdükçe, %10’luk bir reel değerlenme bile yeterli görünmüyor.
Kısa vadede “yönün doğru kalması” için:
- TL’nin reel değerlenmesinin sürmesi,
- yönetilen fiyatların (enerji, ulaştırma, vergi) kontrollü tutulması,
- gelir politikalarının hedeflerle uyumlu olması gerekiyor.
Ancak bu bileşimin sürdürülmesi, makro-finansal riskleri ve gelir dağılımı adaletsizliklerini derinleştirme potansiyeline sahip.
Bu nedenle hedefli bir mali sıkılaşma, büyümeden bir miktar feragat ve daha seçici kamu politikası kaçınılmaz görünüyor.
Enflasyonun Gerçek Düşüşü Disiplinle Gelecek
Geçmiş 25 yılın deneyimi açık bir mesaj veriyor:
Enflasyon sadece “kurla” veya “faizle” değil, bütüncül bir politik konsistensle düşer.
Güçlü reel değerlenme, sıkı mali duruş ve gelir politikası uyumu bir araya geldiğinde fiyat dinamikleri kalıcı olarak kırılabiliyor.
Bugün ise Türkiye, tam bu denklemin ortasında.
Kısacası, 2025 için mesele artık enflasyonu düşürmek değil, düşüşü sürdürebilir kılmak.
Ve bu da ancak kontrollü büyüme, hedefli sıkılaşma ve sabırla yönetilen bir istikrar programıyla mümkün.

