Türkiye’nin gündemi ve günlük sorunları içerisinde küresel gelişmeler öncelik listemizin üst sıralarında yer almıyor. Küresel olarak, Sanayi Devrimi ile birlikte son 200 yıl içerisindeki ekonomik faaliyetler çok çeşitli çevre sorunlarına yol açtı. Bunların içerisinde bugünü ve geleceği hem etkileyecek hem de şekillendirecek olan ise İklim Değişikliği. Ekonomik faaliyetler ile birlikte karbon salınıyor, sera gazı etkisi yaratıyor, ozon tabakasını olumsuz etkiliyor, küresel ısınmaya yol açıyor ve sonuç olarak da iklim değişikliği ortaya çıkıyor. Özellikle Batı’nın ekonomik faaliyetleri 1990’lara kadar karbon salımının temel kaynağı idi. Bu dönemden itibaren iki gelişme yaşandı. Gelişmiş ülkeler mevcut sistemin sürdürülebilir olmamasının farkına vararak sektörleri düzenlemeye başladı ve gerek kendi içinde gerekse uluslararası kurumlar vasıtasıyla faaliyetlere yönelik hamleleri saptadı. Aynı dönemde Çin ve Hindistan ise küreselleşme akımı içerisinde üretimlerini artırdı ve gerek iç tüketim için gerekse Batının “arkakapısı”olarak ürettiklerini ihraç ederek karbon salımını artıran ülkeler oldu.
2010’lara gelindiğinde ise IPCC raporlarının dil tonu değişti, iyimser gelecek senaryolarının yerini gerçekçi senaryolar almaya başladı ve 2016 yılındaki Paris Anlaşması ile birlikte ülkeler gelecek taahhütlerini açıklamaya başladı. Bu noktada hem AB hem de ABD bir dizi programı hayata geçirmeyi planladı. ABD tarafında Biden yönetimi ile birlikte Enflasyon Azaltma Yasası (IRA, InflationReductionAct) ve Altyapı, Yatırım ve İstihdam Yasası (IIJA, InfrastructureInvestmentandJobsAct-BipartisanInfrastructure Plan) 2030 yılına kadar emisyonları yarıya indirmeyi hedefliyor. Yasalar çerçevesinde, 2050 yılında ise net sıfır emisyonlu bir ekonomiye ulaşılması planlanıyor. Trump yönetiminin bu yasalara yönelik tepkileri henüz netleşmemiş durumda. AB tarafında ise Yeşil Mutabakat ile birlikte tüm sektörlerde çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda sürdürülebilirlik hedeflenirken, özellikle Yeni Ortak Tarım Politikası ve Çiftlikten Çatala programı ile birlikte tarım ve gıda sektörlerine yönelik konulan hedeflerde, 2030 yılında kimyasal pestisitlerin kullanımını %50 oranında azaltmak, gübre kullanımını %20 oranında azaltmak, organik tarım kapsamındaki tarım arazisini %25’e çıkartmak ve perakende ve tüketici düzeylerindeki gıda israfını %50 oranında azaltmak yer alıyor. ABD’de olduğu gibi AB de 2050’de karbon nötr olma amacıyla birlikte dünyanın ilk karbon-nötr kıtası olmayı da planlıyor.
Bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye 14 Temmuz 2021’de “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nı açıkladı ve Ekim 2021’de Paris İklim Anlaşmasını imzaladı. “Ulusal Katkı Beyanı” çerçevesinde 2030 yılına kadar emisyonları %21 oranında azaltacağını ve 2053 yılında net-sıfır emisyona sahip olacağını taahhüt etti. Özellikle Türkiye-AB tarım ticareti düşünüldüğünde bu gelişmeler daha da önem kazanmakta. Tarım ürünlerinde Türkiye AB’nin altıncı büyük ithalatçısı aynı zamanda da AB’nin sekizinci büyük ihracatçısı. Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatının yaklaşık %20’si AB’ye yapılmakta ve Türkiye net ihracatçı konumda. AB tarımsal üretimde birçok alanda kendi yeterli olsa da özellikle meyve, sebze ve kuruyemişte dışarıya bağımlı durumda. Bu ürünler Türkiye’nin AB’ye ihracatında önemli yer tutmakta. AB’nin Yeşil Mutabakat hedefleri ile birlikte dış ticarete yönelik nasıl standartlar getireceği şu an kesin değil. AB içi standartların ihracatçılara da uygulandığı durumda birçok ülkenin olumsuz etkilenmesi söz konusu. Bu noktada bahsi geçen ürünlerde Türkiye avantajlı bir pozisyona sahip. Hem karbon salım oranı hem de arazi başı gübre kullanım oranı AB hedefleri altında ya da yakın seviyede. Ancak bu durumun bir rehavet yaratmaması gerekiyor çünkü ürünlerdeki pestisit kalıntılarına ve ihracatta geri dönen ürünlere yönelik olarak haberlere sıkça rastlamaktayız. Üretim ve ticarette konumumuzu fırsata çevirmek için hızlı şekilde karar almamız ve bu kararları hayata geçirmemiz önem kazanmış durumda. Türkiye’nin 2021 yılında yayınladığı Sürdürülebilir Gıda Sistemlerine Doğru Ulusal Yol Haritasındaki önceliklerine yönelik hamlelerin somut adımlara dönüşmesi önceliklerimizin ve gündemimizin üst sıralarında yer almalı. Prof.Dr. Gökhan ÖZERTAN