İklim Krizi, Sadece İklim Krizi Değildir !

0
196

Küresel ısınma, dünya genelinde yaşamın her alanını etkileyen bir kriz olarak giderek daha fazla önem kazanmakta. Dünyanın önde gelen iklim bilim kuruluşları tarafından yayımlanan raporlar krizin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu yansıtıyor. IPCC’nin yayımladığı son raporlar, küresel sıcaklıkların sanayi öncesi döneme kıyasla 1,5°C ve 2°C eşiğini aşması durumunda meydana gelecek potansiyel etkiler hakkında uyarılarda bulunuyor. 1,5°C’lik bir artış senaryosunda bile, sıcak hava dalgalarının, deniz seviyesinin yükselmesinin ve ekosistemlerin bozulmasının ciddi sonuçlar doğuracağını gösteriyor. Eğer mevcut sera gazı emisyonları aynı hızda devam ederse, yüzyılın sonuna kadar 3°C veya daha fazla bir sıcaklık artışı bekleniyor. Bu durumda, daha sık ve şiddetli hava olayları, büyük ölçekte biyolojik çeşitlilik kayıpları ve ciddi ekonomik zararlar öngörülüyor.

Dünya Bankası, küresel ısınmanın özellikle gelişmekte olan ülkeler üzerindeki ekonomik ve sosyal etkilerine odaklanmakta. 4°C’lik bir sıcaklık artışı senaryosu, gıda güvenliği, su kaynakları ve insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratacağını öne sürüyor. Hatta bu durum kitlesel göç hareketlerini tetikleyeceğine ve küresel istikrarsızlığı arttıracağının altını çiziyor.

UNEP’in raporları, doğal ekosistemlerin küresel ısınma karşısında nasıl etkileneceğine dair kapsamlı projeksiyonlar sunmakta. Özellikle mercan resifleri, kutup bölgeleri ve orman ekosistemleri gibi hassas bölgelerin ciddi tehdit altında olduğu belirtilmekte. UNEP, küresel sıcaklık artışlarının 1,5°C’yi aşmaması gerektiği konusunda güçlü uyarılar da bulunuyor.

Küresel iklim değişikliğinin dünya genelinde yaratacağı etkiler, çevresel, ekonomik ve sosyal alanlarda derin sonuçlar doğurabilir. IPCC projeksiyonlarına göre, yüzyılın sonuna kadar deniz seviyeleri 1 metreye kadar yükselebilir. Bu durum, kıyı şehirlerini, ada devletlerini ve kıyı ekosistemlerini büyük bir tehdit altına sokmakta. Bunun yanı sıra birçok bölgede tarımsal verimliliğin düşmesine neden olarak gıda güvenliğini tehdit edecek. Kuraklık, su kıtlığı ve aşırı sıcaklar, tarım sektöründe büyük kayıplara yol açabilir.

Türkiye Önlem Almazsa Potansiyelini Kaybedecek

Türkiye, coğrafi konumu ve iklim çeşitliliği nedeniyle tarımsal üretimde büyük bir potansiyele sahip. Ancak küresel ısınmanın bu potansiyeli ciddi şekilde tehdit ettiği ortada. Türkiye’nin farklı bölgelerinde iklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerindeki etkileri ve bu etkilerle başa çıkmak için hızlı bir eylem planıyla önlem alması gerekiyor.

Türkiye’de sıcaklıkların artması, tarımsal üretimi doğrudan etkileyen bir faktör. Yağış rejimlerindeki düzensizlikler, kuraklık riskini artırarak tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor. Aşırı yağışlar ise sel ve toprak erozyonuna yol açarak tarım arazilerinin verimliliğini düşürüyor. Özellikle İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu gibi bölgelerde önlem alınmadığı taktirde su kıtlığı büyük bir sorun haline gelecek. İklim değişikliği, zararlı böceklerin ve tarımsal hastalıkların yayılımını artırabilir. Bu durum, tarım ürünlerinde kayıplara neden olabilir ve ürün kalitesini düşürebilir.

Toprak koruma yöntemleri, organik tarım, su verimliliği artırıcı teknikler ve düşük emisyonlu tarımsal uygulamalar teşvik edilmelidir. Sıcaklık artışlarına ve su kıtlığına dayanıklı bitki türlerinin ekimi yaygınlaştırılmalıdır. Akıllı tarım teknolojileri, iklim değişikliğinin etkilerini minimize etmek için önemli bir araç olabilir. Hassas tarım teknikleri, su ve gübre kullanımını optimize ederek verimliliği artırabilir. Çiftçilerin iklim değişikliği konusunda bilinçlendirilmesi ve eğitilmesi, uyum stratejilerinin başarısı için kritik öneme sahiptir. Bu, özellikle kırsal bölgelerdeki küçük çiftçilerin iklim değişikliğine karşı daha dirençli hale gelmesini sağlayabilir. Tarımsal üretimde iklim dostu uygulamaları teşvik eden mali destekler ve sübvansiyonlar, çiftçilerin yeni yöntemlere adapte olması açısından kritik. Bunun yanında, risk yönetimi ve sigorta sistemlerinin geliştirilmesi de tarım sektörünü destekleyebilir.

Bölgesel Eylem Planları Oluşturulmalı

Küresel iklim değişikliği, Türkiye’nin farklı bölgelerinde farklı şekillerde kendini göstermektedir. Türkiye, coğrafi konumu ve iklim çeşitliliği nedeniyle her bölgesinde ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken risklerle karşı karşıya. Türkiye’de yayımlanan ve uluslararası raporlara dayanan veriler, bu risklerin her bölge için spesifik etkiler yarattığını ve bu etkilerin, bölgesel uyum stratejileri geliştirilerek yönetilmesi gerektiğini ortaya koymakta.

Marmara Bölgesi, sıcaklık artışları ve yağış rejimindeki düzensizlikler gibi iklim değişikliği kaynaklı risklerle karşı karşıya. Deniz seviyesinin yükselmesi de kıyı şehirlerini tehdit etmekte. Bu durum, bölgedeki tarımsal üretimi, su kaynaklarını ve şehirleşme alanlarını etkiliyor. Ayrıca, yağış rejimlerinin değişmesi, sıcaklık artışı ve kar miktarındaki azalma, kış turizmi üzerinde de olumsuz etkiler yaratmakta. Bursa gibi bölgelerde kış turizmi kayıpları yaşanmakta, barajlardaki su seviyeleri düşmekte ve yeraltı suyu kaynaklarında sorunlar ortaya çıkmaktadır. Tarım ve hayvancılıkta verim düşüklüğü yaşanırken, özellikle kestane, şeftali, incir ve kiraz gibi yerel ürünlerde verim azalıyor. Bölgedeki kömürlü termik santraller, sıcaklık artışlarına katkıda bulunmakta ve sağlık sorunlarını artırmaktadır. Bu sorunlar haliyle, bölgenin sağlık turizmi potansiyelini de olumsuz etkiliyor. Su verimliliğini artırıcı tekniklerin uygulanması, kıyı koruma yapılarının inşası ve yeşil altyapı projelerinin hayata geçirilmesi, Marmara Bölgesi için kritik uyum stratejileri olarak önerilmekte.

Ege Bölgesi, özellikle yaz aylarında kuraklık riskinin artması ve sıcaklıkların daha da yükselmesi ile karşı karşıya. Bu, zeytin ve üzüm gibi önemli tarımsal ürünlerin üretimini tehdit ediyor. Ayrıca, Ege Denizi’ndeki sıcaklık artışı, deniz ekosistemlerinde bozulmalara yol açmakta ve kızıldeniz’den gelen zehirli balon balığı gibi türler Akdeniz ve Ege’de baskın hale gelmekte ve balıkçılıkta verimi ciddi anlamda düşürmekte. Kuraklığa dayanıklı tarım uygulamaları, su kaynaklarının korunması ve deniz ekosistemlerinin izlenmesi gibi stratejiler, bölgenin iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olabilir.

Akdeniz Bölgesi ise artan sıcaklıklar ve su kıtlığı nedeniyle tarımsal üretimde büyük risklerle karşı karşıyadır. Bölgedeki ağaç ve bitkilerde kuraklık izleri gözlemlenmekte buna bağlı olarak orman yangınları riski, sıcaklık artışı ile birlikte ciddi bir tehdit oluşturmakta. Ayrıca, deniz kaplumbağalarının göç sürelerinde kaymalar yaşanıyor, ani yağmur ve dolu yağışları, hortum ve deniz hortumları daha sık görülmekte. Bu bölgede su verimliliğini artırıcı sulama sistemlerinin kullanımı, yangınla mücadele stratejilerinin geliştirilmesi ve turizm sektöründe sürdürülebilir uygulamalara yönelinmesi gerekmekte.

İç Anadolu Bölgesi, Türkiye’nin en kurak bölgelerinden biri olarak su kıtlığı ve kuraklık riskleri ile öne çıkmakta. Bu durum, tarımsal üretimi ve hayvancılığı olumsuz etkiliyor ve kırsal göçü teşvik ediyor. İç Anadolu’da kuraklık kapıda olup, havzadaki hatalı su yönetimi tarımı tehdit etmekte. Sondaj kuyularının derinliği 150 metreye kadar ulaşmış durumda. Yeraltından su çekilmesi toprak çökmelere, hayvanların çukurlara düşmesine ve göçüklerde tarım yapılamamasına sebep oluyor. Kuraklığa dayanıklı bitkilerin ekimi, toprak koruma ve erozyon kontrolü çalışmaları ile sosyal destek programları, bu bölgede alınması gereken önlemler arasında.

Karadeniz Bölgesi, yüksek yağış alan bir bölge olmasına rağmen, iklim değişikliği yağış düzenlerinde düzensizlikler ve aşırı yağışlar nedeniyle sel ve heyelan riskini artırmaktadır. Çay ve fındık gibi bölgeye özgü tarım ürünleri de bu değişimden etkilenmektedir. Karadeniz’de gözlemlenen kuraklık değil, düzensiz ve aşırı hava olaylarıdır. Ani kar ve yağmur yağışları, beraberinde getirdiği sel ve heyelanlar hayatlar almakta ve biyolojik çeşitliliği mahvetmekte. Ani yağışlar ve don olayları, çay ve fındıktaki verimi %30-35 oranında düşürmüş, tarımsal nüfusun başka sektörlere kaymasına neden olmuştur. Deniz suyu sıcaklığı ortalamaları artmış, bazı dönemlerde sıcaklık farkı 4 dereceye kadar çıkmıştır. Denizlerde istilacı türler, medüs balığı gibi türler görülmekte, balıkçıların geçim kaynağı olan türler ise Karadeniz’in kuzeyine kaçmakta. Su yönetimi ve taşkın kontrolü, tarımda çeşitlendirme ve erken uyarı sistemlerinin kurulması, Karadeniz Bölgesi için önerilen stratejilerdir.

Doğu Anadolu Bölgesi, aşırı soğuk hava dalgaları ve su kıtlığı riskleriyle karşı karşıya kalabilir. Bölgedeki kış turizmi sekteye uğramış, tesisler çok geç açılmakta ve yatırımcılar ile sektörde çalışanlar bu durumdan dolayı mağdurlar. Erzurum’un ekonomisi tarıma, tarım hayvancılığa, hayvancılık da meraya bağlıdır ve iklim değişikliği en fazla meraları etkilemektedir. Kar, kış mevsiminde tarımsal ürünlere kalkan olurken, karlı gün sayısının 150’den 80 güne düşmesi bitkilerin donmasına ve bitki örtüsünün değişmesine neden oluyor. Aşırı yağış ve zamansız kar erimeleri taşkın ve sellere yol açmakta, erozyon artmakta, tarım ve mera alanlarını koruyamıyoruz. Yaz aylarında sulama ve içme suyu kıtlığı yaşanmakta, kışın karın gecikmesi ise bölge halkını mutsuz etmekte. Kar erimelerinin düzensiz hale gelmesi, su rezervlerinin dengesini bozabilir ve bu durum hem tarımsal üretimi hem de hidroelektrik enerji üretimini olumsuz etkileyebilir. Soğuk hava koşullarına dayanıklı tarım, su yönetimi ve kar eriyiği yönetimi bu bölge için önem taşımakta.

Son olarak, Güneydoğu Anadolu Bölgesi sıcaklık artışları ve su kıtlığı nedeniyle tarımsal üretim üzerinde büyük baskılar yaşıyor. Mevsimlik göç, bölgenin yarı kurak alanlarını daha da etkileyerek, geçimini tarımdan sağlayan işçilerin göç etmesine neden olmakta. Kuraklık, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki toprakları olumsuz etkilemekte, sondaj kuyuları ile tarım devam etmeye çalışılmaktadır. Kaynak suları azalmış, içme ve kullanım suyu maliyetleri artmıştır. Dicle Nehri’ndeki balık türleri her gün azalıyor. Pamuk gibi suya bağımlı tarımsal ürünler bu değişimden ciddi şekilde etkileniyor. Su verimliliğini artırıcı tarım uygulamaları, toprak koruma çalışmaları ve sıcaklık dirençli tarım uygulamaları, bölgenin iklim değişikliğine uyum sağlama sürecinde önemlidir.

Türkiye’nin farklı bölgelerinde küresel iklim değişikliğinin etkileri, her bölgeye özgü riskler, etkiler ve sonuçlar dikkate alınarak yönetilmelidir. Bölgesel planlamalar ve stratejiler, ulusal politikaların etkin bir şekilde uygulanmasıyla desteklenmelidir. Hem kamu hem de özel sektörün iş birliği içinde çalışması, Türkiye’nin tarım sektörünü ve ekosistemlerini iklim değişikliğine karşı daha dayanıklı hale getirecektir.

Özel Sektör, Devlet, Sendikalar, Kooperatifler Hep Birlikte Hareket Etmeli !

Küresel iklim değişikliği, Türkiye’nin tarım sektörü üzerinde büyük riskler barındırmaktadır. Bu risklere karşı alınacak önlemler, tarımın sürdürülebilirliğini sağlamak ve Türkiye’nin gıda güvenliğini korumak adına kritik önem taşımakta. Uluslararası raporların sunduğu senaryolar ve projeksiyonlar, iklim değişikliğinin sadece bir çevre sorunu değil, aynı zamanda büyük bir ekonomik ve sosyal kriz olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin bu duruma adapte olabilmesi için kapsamlı uyum stratejilerini hayata geçirmesi, tarımsal üretimde yenilikçi teknolojileri kullanması ve çiftçilerin bilinçlendirilmesi, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini azaltmada önemli rol oynayacak.

Bu süreçte, kamu özel sektör, sendikalar ve kooperatifler iş birliği içerisinde çalışmalı, tarım iklim değişikliğine karşı daha dirençli hale getirilmeli. Türkiye’nin tarım politikalarının bu doğrultuda yeniden şekillendirilmesi, gelecekteki tarımsal sürdürülebilirlik için hayati önem taşıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz